Din Algım

Bugün beni uzaktan tanıyan birisinin beni ateist zannettiğini öğrendim. Dolayısıyla biraz detaya girerek kendi araştırdığım ve anladığım din algımı paylaşayım istedim. Bu, başkalarının benim hakkımdaki düşüncesine takıldığım için değil. Yanlış anlaşılmasın! Sadece aradaki farkı belki gösterebilirim, belki birilerinde bir soru işaretine sebep olurum diye yazıyorum.

Ben kendimi müslüman olarak tanımlıyorum. Ama !..

İşte o “ama”yı anlatacağım biraz. Evet kendimi müslüman olarak tanımlıyorum ama bugün sokakta çevireceğiniz, hatta camide imamlık yapanların çok büyük kısmıyla çok keskin bir şekilde farklı bir müslümanlıktan bahsediyorum.

Ben bize öğretilen gösterilen din ile tamamen alakasız bir dine mensubum. Onların gözünde ne olduğumun hiç önemi yok. Kaynak olarak sadece Kuran diyorum. Hiç bir hadis, menkıbe, ermiş, derviş, hazret, gelenek, görenek, sünnet benim dinimde yok. Ağır mı geldi? Durun bakın detaylara girelim de neler neler yok görün.

Kuran’ı hayatında hiç kendi dilinde okumamış, içinde ne yazdığından habersiz müslümanları kafadan eleyelim bir kere. İnsan “iman ettim” dediği dinin kitabını okumuyorsa kendisini o dinden sayamaz. İnsanın bunu kendisine en azından bir kere sorması gerekmez mi? Ramazanda TV’ye çıkıp kütük ağlıyordu diye masallar anlatanlara güvenip mevzudan yırtılamıyor. Okumadıkları kitap öyle diyor valla. (Zuhruf 44)

Arapçasını okuyup sevap kazandığını düşünenlerle de ayrı düşüyoruz. Zira o anlamadan okudukları kitap, kendisinin üzerinde düşüne düşüne okunulması gerektiğini söylüyor (Müzemmil 4)

Kuran kendisinin tamam, eksiksiz ve detaylı olduğunu söylüyor. Bunun aksini iddia edip haşa “Allah kitabında öyle demiş ama hala eksik ve detaydan yoksun o yüzden hadislere ihtiyacımız var” diyorsanız, bunu O’na anlatırsınız. (Enam 38, Enam 114, Hud 1, Enbiya 10, Furkan 32-33)

Tabi bu arada kandil, mevlid, ölünün ardından Yasin gibi gelenekleri din sayanlarla da ters düşüyoruz. Müslümanlar Hristiyanları hep İsa’yı tanrılaştırdılar diye eleştirip aynı şeyi kendilerinin yaptıklarını görmüyorlar. Bir Miraç hikayesi anlatırlar ki bunu aklı başında olarak bir kere düşünüp sorgulasalar anlayacaklar. Allah ile namaz pazarlığı yapan bir peygamber, ona tüyo veren başka bir peygamber. Peygamber bile olsa bu ne cürettir ki ciddi ciddi Allah ile pazarlık yaptırılıyor.

Bu arada cehenneme gidince az biraz bronzlaşalım oradan da cennete geçeriz diye düşünüyorlar ya… Kuran’da cehennemden çıkma ile ilgili bir ayet yok. Ben uyandırayım da sonra başınız ağrımasın.

Haram yiyecekler konusunda da çok ters köşeye yatabilirler, o yüzden sadece Nahl 116’ya bakıp susup oturmalarını öneriyorum

Hazret ve türbeler konusuna hiç girmeyelim. Sadece “Şirk” ne demek tanımına bir daha bakın. Sadece başkasına tapmak değil başkasından yardım ve aracılık beklemek de şirktir.

Kabir azabı diye de bir şey yok. “Berzah” sadece gidilen yerden dönülemeyeceğini ve bir engelin olduğunu belirtir.

Çok uzatmayayım. Sadece ateist değilim ama çoğunluğun dininden de değilim. Gönül ister ki benimle bu konuları tartışacak kadar bilgi sahibi olmayan, oturduğu yerden atıp tutarak eleştirip yaftalamasın.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Kurban

Gene bayramını kutlayacağımız, üçer beşer girerek keseceğimiz bir “kurban” daha yaklaşıyor. Her sene bir kere bir kurbanlığı kesip fakirlere vererek onların da “et yemesini” sağladığımız ve kendimizi iyi hissettiğimiz bir dönemin eşiğindeyiz.

Başından beri bu ibadeti sorgulamaya kalktığımda söylenen gerekçe fakirlerin et yemesi için bir vesile olduğuydu. Tabi daha ilginç yorumlar da duydum. Mesela sırat köprüsünden üstüne binerek karşıya geçileceği gibi. Sanki kestiğimiz koyunlar ip cambazı. Danalar trapezci. Biz bunları hayvan pazarı değil sirkten alıyoruz sanki. (Bak şimdi bunu dedim ya, mutlaka bir eşeğin aklına karpuz kabuğu düşecek ve seneye ip cambazı koyun diye beş misli fiyata hayvan satacaklar).

refugee-hero-1Bu konunun geleneksel bir yanı olduğu muhakkak ancak dini bir temeline rastlamadım. Hemen celallenmeyin kendiniz okuyup araştırıp sonuca kendiniz varın ama gözünüzü seveyim televizyonda ağlayan adamlar şöyle dedi böyle yaptı demeyin. Kevser suresi kurban için delil olarak öne sürülür (Öyleyse Rabbın için namaz kıl ve kurban kes.) ancak orada geçen ifadenin çevirisinin “göğsünü O’na yönelt”, “kendini O’na ada” anlamında da çevrilebildiğini gördüm. Ki bence çok daha mantıklı. Hatta oradaki namaz diye çevrilen “salat” kelimesinde de bir takım çeviri sorunları var gibi ama o başka bir konu.

Temelde İslam paylaşmayı yardımlaşmayı en ön planda tutuyor. Ancak bence bunu senenin bir günü değil seneye homojen olarak yayarak yapmanın sağlıklı bir islam anlayışı olduğu kanısındayım. Kurban bayramı buna vesile ise bir gün içinde kesilen etleri fakirlere verip 1 hafta 10 gün et yemelerini sağlayıp, sonra da onları unutup geçeceksek, burada ciddi bir sorun var demektir.

Ben bu sene hayvan katliamı yerine dünyadaki açlar, açıklar, düşkünler için global bir yardım kampanyası içinde olmayı tercih ettim ve mültecileri hedef alan bir kampanya seçtim. Yoksa ben keseceğim, komşum kesecek, diğer komşum kesecek, ben ona, o öbürüne eti dağıtacak ve biz mutlu olacağız kısmı bana yanlış geliyor. Yanlış anlaşılmasın hayvanların kesilmesi de değil benim derdim, etleri paketlenmiş olarak alınca daha insancıl olmuyor zaten. Ama konu yardımlaşma ise bu sefer konudan sapmamak amacım.

Yardımlaşma ve yardımın dağıtılması konusunda Türkiye’deki herhangi bir kuruma zerre kadar güvenim yok. Hele ki Türgev gibi ne amacı olduğunu kabak gibi beyan eden vakıflar bu işe talipken hiç olmasın daha iyi. Global olarak faaliyet gösteren islami kuruluşların da, biraz dibini eşeleyince, bazı silahlı islami gruplara yardımları ile ilgili makaleler görmek hoş olmuyor. Bu sene Google’ın dağıtımında rol aldığı ( onetoday.google.com ) bir yardım organizasyonunu tercih ettim. Ne acı değil mi kendi dininden olana değil bambaşka bir kuruluşa güveniyoruz.

Keşke ardında başka bir mekanizma, üç kağıt, dolap, sahtekarlık, silah olmadığına emin olduğumuz bir islami oluşum olsa. Bu oluşum yaptıklarıyla herkesi kendine hayran bırakabilse. %100 emin olsak ve her ay düzenli bir ödemeyi böyle bir kurum aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine aktarabilsek. Böylece kitabın öğrettiği doğru yol üzerinde (sıratı müstakim yani sırat köprüsü) yaşasak ve köprüyü bu dünyada geçebilsek

Bu kadar acının yaşandığı, bir iktidar, biraz para, bir zırvalık adına ölümlerin yaşandığı bu zamanda eğer olabiliyorsa Kurban bayramınız kutlu olsun.Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Niyazi maaşı

Bir amaç uğruna başkalarının öldürülmesini isteyenler, salt kendi düşünceleri için ölecek insanları bir şekilde hayatlarından vaz geçmeye ikna etmek zorundadırlar.

imagesEğer çok zor durumdaki bir grup insan bulup, sen öl ben geride bıraktığın ailene bakarım denirse işin bir kısmı hallolur. Ama daha ulvi bir gerekçe her zaman daha çok iş görür.

Adamı karşına alır;  “Bak şimdi benim için öldüğünde aslında benim şahsi isteklerim için değil (ki yalan) bu topraklar için öleceksin ve dini mertebelerin maksimumuna ulaşacaksın. Zaten öldükten sonra benim bile ulaşamayacağım bir yerde, cennette olacaksın” dersen iş tamamdır.

Bunun alt yapısını hazırlamak uzun bir uğraştır. Ta çocukluktan başlayacaksın. Uğrunda ölünecek kavramlar oluşturacaksın ve bunun ne kadar asil bir şey olduğunu çocukluktan beyinlere kakacaksın. Yalnız sakın ama sakın düşünen sorgulayan beyin üretmemen lazım.

En güzeli sınavlarla, bilgi yığınlarıyla kafaları meşgul ederek, öğrenmesine fırsat vermeden bütün bilgileri ezberlemeleridir. Nasıl olsa ezberlenen bilgiler nöron oluşturmaz ve kolaylıkla unutulur.

Sonra din adına uğrunda ölünecek kavramları anlatman ve kabul ettirmen lazım. Dinin kitabında ‘Sadece ve sadece saldırıya uğradığında savaşma ehliyetin var ve ancak ve ancak din adına yaptığın savunma savaşında ölürsen şehit olursun’ deniyor olabilir. O halde önce burayı halletmen lazım. Bu cümlenin tamamı istediğin etkiyi yaratmıyorsa önce istediğin kelimeleri seçersin: “Savaş, ölüm, şehit” sonra bunu cümle haline getirirsin. “Ülken için savaşırken ölürsen şehit olursun“. Sonra bunu halka yedirmen lazım ama işin aslını bilmemeleri de gerekiyor.

Televizyona paraya aç birkaç adam çıkartırsın. İlk gün dinin kitabını direk okumak ne kadar tehlikeli olduğu anlattırılır. Bu kısım çok önemlidir. Çünkü o kitap kendi içinde “Sadece direk bu kitabı oku bu kitap anlaşılır açık ve nettir sakın başka kaynak arama” diye uyarıyor olduğu için, halk tarafından okunması durumunda senin ibişlerini kimse dinlemez.

Böylece kaynaktan direk bilgi almalarını engellersin. Sonra senin bu mutasyona uğramış lafını alır, hikayelerle süsler. Garip garip isimler bulup, bulamıyorsa uydurup, tarihte bu isimlerin bu lafı nasıl söyledikleri ve rüyalarında neler neler gördükleri anlatırlar. Halk hikaye dinlemeye bayılır. Hikayelerin inandırıcılığını artırmak için o garip isimli adamlara referans verip halkın bilmediği bir dilde birşeyler söylemek ve sonra çevirmek her zaman geçer akçe olmuştur. İlginç ama dinin kitabında ağızlarını eğip bükerek kitaptanmış gibi sana okunanlara inanma diye de yazıyor… Neyse…

PlatoonBu aşamaya getirdiğin halk artık hipnotize olmuş gibi o kutsal kitabı savunduğunu sanarak tam tersini savunur hale gelmiştir. Bu saatten sonra Televizyondaki ibişlere “trafik kazasında ölsen bile şehit olursun” dedirtsen de farketmez. Onu da kabul edecektir bu halk.

Sonra dersin ki şehit olursan ailene şehit maaşı bağlanacak, geride kalanlar benim sorumluluğumda olacak.

E ne duruyorsun ölmediğin kabahat.

Yalnız küçük bir dipnot. Öldüğünde resmi kayıtlara göre şehit olup şehit maaşı alacak olabilirsin ama dini kayıtlara göre ne şehit olmuşsundur ne gazi, aldığın maaş da dini kayıtlara niyazi maaşı olarak geçecektir

Kendi adına ölmesi gereken insanları yetiştirirken bazen zaten olgunlaşmış, hazır hale gelmiş meyvelerini başkaları kopartıp, “Cennette daha güzel bir yer vermek” vaadiyle sana karşı da kullanabilir.

O da işin riski.

Uçurumdan atlamaya koşan bir koyun sürüsünde durun diyen kara koyun olmak, sürüye karşı durmak, sabır, cesaret ve azim isteyen bir şeydir. Gerçekleri aramak, bulmak, yüzleşmek ve en hafifinden bunca yıl nasıl kandırıldığını kabul etmek büyük cesaret ister.

 

 Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Temel Din Prensipleri

Şimdi hayatının 20 yılını analiz ve bilgisayar programlamaya vermiş, pozitif bilimlerde birçok konudan anlayan, mantık ve felsefeyi hayatında fiilen kullanan biri olarak size din konusunda uzun zamandır yaptığım araştırmalar neticesinde geldiğim noktayı ve edindiğim prensipleri aktaracağım. Klasik bir “aman bak dindar oldum haydi hacca gidelim” tarzı birşey değil bu. Aşağıdaki 13 madde çok ciddi analizler, iç çatışmalar, mantık yürütmeler ve bilimsel bakış açısı sonunda dikkatle ve ne dediğimin tamamen farkında olarak ortaya konmuştur.

  1. Tek, güvenilir, açık, net kaynak Kuran’dır. Başka diğer hiçbir şey kaynak olarak değerlendirilemez. Bu konuda eğer okunan imagesdile tam hakim değilsen farklı çevirilerden karşılaştırmalı okuma yoluyla doğruyu bulmak zorundasın. Körü körüne atalarını izlemek ve birilerine tabi olmak seni dindar yapmaz. Ha bu arada yok abdest alacağım, yok takke takacağım, yok şöyle bir merasimle okuyacağım falan diye birşey yok. mühim olan anlaman, al eline kalemi altını çizerek, yanına not alarak, çimlere yatarak, nasıl istiyorsan öyle oku. Kuran okumanın, anlamaktan başka hiç bir ön koşulu yok. Yavaş yavaş, üzerinde düşüne düşüne oku yeter ki.
  2. Doğruları, sorarak, merak ederek, araştırarak bulmak zorundasın. Bu araştırmanda da bakacağın kaynak hep önce Kuran olacaktır. Kimseyi %100 takip edemez, sadece onun sözleri ile yaşayamazsın. Eğer araştırma ve çaba sonunda buldukların farzedelim yanlışsa bile (ki eğer çaba gösterir ve yeterince araştırırsan yanlışa gidemezsin) bu senin körü körüne birilerini izlemenden daha iyidir.
  3. Eğer birşeyin yasak olduğu açık olarak Kuran’da yazmıyorsa serbesttir (midye, karides vb) . Eğer bir konuyu Kuran’da bulamıyorsan büyük ihtimalle hiç öyle bir konu olmadığındandır. (mesela sünnet olmak veya kabir azabı)
  4. Akla, mantığa, doğa yasalarına ters hiç bir kural veya açıklama dinde yer bulamaz. Eğer varsa tekrar tekrar kontrol edin tercümelerde bir sorun vardır veya tek kaynak olan Kuran’dan gelmiyordur.
  5. Gelecekte olacaklara dair kimse (peygamber dahil) bilgi veremez. “Öyle olacak”, “bu gelecek” vs tarzı herşey uydurmadır.
  6. Dinde hiç kestirme yol yoktur. Özel bir gecede bütün günahların falan silinmez. Bir koyun kesip herşeyden kurtulamazsın. Sadece sürekli iyi olup, şükredip, günahların için af dileyebilirsin ve affedilmeyi umabilirsin. Kuralları ve ibadetleri tüm hayatına homojen olarak yaymak zorundasın.
  7. 3 kere 7 kere 40 kere 99 kere gibi sayılarla birşey yapmanın manası yoktur. Bunlar şamanizmden geçen adetlerdir, din ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. 100 kere otomatiğe bağlanmış olarak tekrarladığın şeyin anlamını bir kere düşünsen çok daha hayırlı olur. ve malesef ki sana yaptığın birşeyin karşılığı  olarak 200 sevap gibi bir getiri olmaz. Ne demek ki zaten 200 sevap?
  8. Binlerce yıldır herkes yanlış yapıyordu bir tek sen mi doğrusun diyenler çıkacaktır. Aldırma. Binlerce yıl, “dünya düzdür” de demişlerdi. 1000 yıl önce yaşayan insanların dünya bilgisi ile şimdi yaşayanların dünya bilgisi aynı değil. Tabi ki hatalı yorumlamış olabilirler.
  9. Anlamadığın hiç birşeyi okumak, dinlemek, yapmak durumunda değilsin. Hatta yapmamalısın. Herşeyi %100 bilinçli ve ne dediğini tam olarak bilerek yapmalısın.
  10. Hadisleri özellikle oku. Çünkü onlar sana Kuran’ın Allah tarafından gönderildiğini ispatlar. Eğer 1200 yıl önce yaşayanların kafalarının nasıl hurafelerle dolu olduğu, ve ne kadar abuk subuk şeylerle uğraştıklarını görürsen Elindeki Kuran’ın o dönem insanlarınca uydurulmadığını anlayacaksın.
  11. Zaman konusunu iyi anlamaya çalış. Bu senin içindeki korkulardan sıyrılmana ve Kuran’ı anlamana yardımcı olacaktır.  Geleceği anlatan cümlelerin geçmiş zamanda kurulması üzerine düşün. Hata olamayacağına göre, sana ipuçları veriyor demektir.
  12. Mezhep, tarikat, alim, hocaefendi gibi herşey sizi işin özünden uzaklaştırır. Burada sonsuz hayat kadar ciddi bir konudan bahsediyorum, bu konu uygulanan ritüellerdeki detaylar değil, elinin ayağının pozisyonu değil, senin işini zorlaştıran birşey değil, en önemlisi yapamayacağın birşey değil. Tarihi çekişmelerin kurbanı olma.
  13. Uydurmaları ayıkladığında pırıl pırıl tertemiz ve %100 mantıklı bir din göreceksin. Hem bilimle tam bir uyum içinde hem kendi içinde tamamen tutarlı bir din. Bunu gördüğünde çevrendeki din adına konuşanların gerçek yüzlerini de göreceksin.

Tespih, takke, sakal, şalvar, sarık, cüppe, seccade seni müslüman yapmaz ama akıl, mantık ve anlamak yapar.

Şimdi beni aslanlar gibi eleştirecek, topa tutacak bir sürü arkadaş çıkacaktır. Nasıl hadisleri ve sünneti bir yana bırakırım diye ancak bana yapacağınız eleştiri varsa bir zahmet önce Kuran ile çelişmediğinize emin olun sonra yazın.

Böyle yaparsanız söz bütün eleştirilere cevap vereceğim.Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Bilim ve Din – Analize Giriş

Eğer bir yaratıcı bir din indirirse, teknik olarak o dinde anlattıkları, kendi yarattığı ile ters düşemez. Öyle ya ben böyle yarattım ama siz onu boşverin asıl böyle inanın diyemez. Eğer böyle bir çelişki varsa

a – Yaratıcı yoktur

b – Yaratıcı vardır ama yarattıkları ile dalga geçiyordur

c- Yaratıcı yaratılışı ve kuralları doğru koymuştur ama insanlar çarpıtmıştır

Bilim ile din bunca senedir çelişiyor diye biliyoruz değil mi ? O halde haydi gelin bunu birlikte çözelim. Hem böylece analiz nasıl yapılır konusuna da giriş yapmış oluruz.

İlk olarak sorunlu parçayı bulalım. Sorunu çözebilmek için ilk şart sorunu izole edebilmektir. Yan etkenlerden yalıtıldığında sorun tek başına var olmaya devam ediyorsa bu analist için mükemmel bir durumdur.

En meşhur tartışmayı ele alalım

Evrim ve yaradılış

Sorun : Din bir anda yaratılan bir insan ve ondan türeyen insanoğlundan bahsederken , bilim tek hücrelilerden başlayarak hayatın etap etap evrilerek yaratıldığını anlatır.

Kaynak : Bilim için kaynak yapılan gözlemler, deneyler, teoriler vs. Din için kaynak yaratıcıdan inen kutsal kitap, sonradan insanların duydukları ve rivayetlerden oluşan derlemeler.

Kaynak kendi içinde sorunu da getiriyor aslında. Eğer bir analist iseniz ve sorunu izole etmeye çalışıyorsanız Din kaynaklarından derlemeleri çıkartmanız gerekiyor. Sonuca ulaştıktan sonra bu çıkarttıklarınızın etkisini ölçmek için tekrar ilave edebilirsiniz. Bilim adına da eğer sadece teori ise ve ispatı için hiç birşey öne sürülmemişse aynı şekilde teori de sorunu izole etmek için analizden çıkartılır.

Çelişki : Evrim canlıların etap etap evrilerek oluştuğunu ve hayatın suda başladığını, tek hücrelilerden milyonlarca yıl içinde bugünkü kompleks yaşam formlarına ulaşıldığını söylüyor. Hatta tam tanım “Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir.” Oldukça kesin ve net bir argüman.

Din ne diyor ? İşte asıl sorun burada. Din dediğimizde öncelikle birden fazla din var ve hangisini alacağız ? Ele aldığımız dinin de çevirenin nasıl anladığı değil aslında ne dediği olarak nasıl algılayacağız.

Din konusunda kesin bir kural var aslında. O da akıl ile çelişmemesi gerekliliği.

Şimdi sırayla yaradılış ile ilgili Kuran’da ne yazıyor ona bakalım.

Enbiya 30 – İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?

Secde 7 – O (Allah) ki, her şeyi, en güzel bir şekilde yarattı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.

Nuh 14 – Muhakkak O, sizi, ‘tavır-tavır’ (aşama-aşama) yaratmıştır.

Ankebut 20 – De ki: “Arz’da gezip dolaşın ve yaratmanın nasıl başladığına bakın. Sonra Allah, ‘ahir(son)yaratma‘yı inşa edecektir. Muhakkak Allah, her şeye Kadir’dir.”

Hac 5 –  Ey insanlar, diriliş konusunda kuşku besliyorsanız, (hatırlayın ki) sizi topraktan, sonra bir damlacıktan, sonra asılı duran bir madde (embriyo) dan, sonra biçimi belli ve belirsiz bir dölütten yarattık. Böylece size bildiriyoruz. Neyi dilemişsek belli bir süreye kadar onu rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız, ve ardından olgunlaşıp erginleşirsiniz. Kiminizin hayatına son verilir, kiminiz de en kötü yaşa kadar ulaştırılır. Böylece bir bilgiye sahip olduktan sonra bir şey bilemez olsun. Toprağı kuru ve ölü görürsün, ancak üzerine su yağdırdığımız zaman titreşip kabarır ve çeşit çeşit güzel bitkiler bitirir.

Peki bu tartışmanın en kritik noktası neresi ? Ademin yaratılışı. Şimdi bu konu çok ilginçleşiyor.

Bakara 30 – Rabbin, meleklere şöyle demişti: ‘Yeryüzüne bir halife yerleştireceğim.’ Melekler de: ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birisini mi yerleştireceksin? Halbuki biz seni överek yüceltiyor ve mutlak otoriteni onaylıyoruz,’ dediler. ‘Bilmediğinizi Ben bilirim,’ dedi.

Burada halife yerleştirmek ne anlama geliyor ? Diğer bir soru bahsedilen halife Adem mi yoksa insan mı ?

Benim anladığım kadarıyla bu halife insan yani Adem değil. Çünkü,

Enam 165 – Ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için, bir kısmınızın derecelerini diğer bir kısmınızın üstüne yükselten O’dur. Muhakkak ki; senin Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve muhakkak ki; O, mutlaka Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).

Peki bu madem öyle bu ayet nasıl anlaşılacak ?

Zümer 6 – O, sizi tek bir nefisten yarattı. Sonra ondan, onun eşini kıldı ve sizin için hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, üç karanlık içinde bir yaratmadan sonra, (başka) biryaratmayla yarattı. İşte, sizin Rabb’iniz olan Allah, böyledir. Mülk O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. Hangi sebepten yüz çeviriyorsunuz?

Burada bahsedilen tek bir nefis tek bir insan mı yoksa tek bir tür mü ? Burada bahsedilen nefis “tür” olursa herşey doğru bir yere oturuyor. Çünkü eşlerimiz de insan yani bizimle aynı türden. Gelen peygamberlerin nefisleriniz içinden bir nefis olması da “TÜR” dendiğinde mantıklı bir cümle haline geliyor.

O halde Adem yeryüzünde halihazırda mevcut olan insanların arasından bir insandı. Büyük ihtimalle de ilk bilinçli insandı. Cennette yaratılmamıştı. Kuran’da geçen kavram bahçe yani cennet değil. Çünkü başka ayetlerde Kuran henüz zaman üzerinde cennetin yaratılmadığını söylüyor zaten.

Bir de burada 6 günde yaratılma konusuna değinelim. Gün nedir ? bizim için dünyanın kendi etrafındaki bir tam turudur. Dünyanın yaratıldığı bir dönemde gün nedir ? Gün bir zaman birimi ancak zamanın göreceli olduğunu ve zamanın dışındaki bir gözlemci için bu birimlerin birşey ifade etmediğini unutmayın. Kaldı ki gün için Kuran’da farklı zaman uzunlukları vardır ki bence en önemlisi öldükten sonraki dirilme esnasında insanlar “yarım gün veya daha az uyuduk” diyeceklerdir dendiği kısımdır. Yani dini açıdan gün dünyanın bir tam turu değildir.

Tüm bu bilgiler ışığında önce eğer evrim varsa ki bence fazlasıyla mümkün, Kuran ve din buna karşı bir duruş sergilemiyor. E o halde din ile bilim arasında en meşhur çelişki denen kavram sadece algı yanılsaması.

Benim analizime göre sorunun tanımı din ile bilimin değil din adamları ile dinin çelişmesi 

Çünkü din adamı denen meslek erbabı, kafasını kaldırıp pozitif bilime baksa yani Allahiın istediği şeyi yapsa gerçeği görecek ama onun yerine ne oldukları, neye hizmet ettikleri şaibeli insanların kendilerini “Alim” yerine koyduğu ve yazdığı şeyleri daha üstün görüyorlar. Hangi dinden olduğunun önemi yok bütün çelişkileri dikkatle inceleyin sorunun aynı olduğunu göreceksiniz.

 

 Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Azman Zaman

İçinde bulunduğun evin dıştan nasıl göründüğünü bilemezsin, eğer gözlerin kapalı girdiysen. İçeriden gözlemlerde ve tahminlerde bulunursun ama asla tamamını göremezsin.

imagesZamanın da içinde olunca aslında nasıl birşey olduğunu ancak gözlemlerimiz kadar biliyoruz. Bükülebildiğini, göreceli olduğunu bile anlayalı daha çok fazla olmadı.

Peki ölümsüz olsaydık ve gündüz – gece, yaz – kış gibi tekrarlanan süreçler de olmasaydı yine zamanın farkında olacak mıydık ?

Zaman benim kafamda akıp giden kocaman, geniş, uzun bir nehir olarak şekilleniyor. Biz bu nehrin akışı içinde bir yerlerde bir çöp olarak düşüyoruz içine biraz sürüklenip dibe batıyoruz. Sürekli bir şeyler düşüyor nehire ve sürekli rastgele savrulup, kenara veya dibe gidiyor.

Biz zamanı sürüklendiğimiz esnada, yüzeyde gördüğümüz kadarıyla anlıyoruz ve yaşıyoruz. Her birimiz için dibe battığımız noktada bitiyor zaman.

Peki bu nehre uzaktan bakan birisi için nasıl gözükür herşey ? Herşeyden önce akar mı ki? Benim anladığım kadarıyla; Allah zamanın dışından bakar herşeye ve aynı anda hem bugünü, hem dünü, hem yarını, hem başlangıcı, hem bitişi görebilir. Kuran’da bizim için henüz gelecek olan bir zaman diliminde olacaklar, belki de bu yüzden geçmiş zaman olarak anlatılıyor.

Böyle bakınca aslında herşey yerine oturuyor. Her ölen için zaman duruyor. Ve bir gün o nehir kuruyacak deniyor. Böylece bütün diptekiler için yüzeye çıkma saati gelecek.

Nehrin büyüklüğünü bilmiyoruz, ne zaman kuruyacağını da… Hatta çok çok az bir bilgimiz var bu konuda. Dışarıdan evi görenin tarif ettiğine inanmaktan başka bir şansımız da yok. Çünkü gördüğümüz kadarıyla tarif edebildiklerimiz, O’nun anlattıkları ile örtüşüyor.

Dibe batmazsak bu aralar, görüşmek üzere… En olmadı nehir kuruyunca görüşürüzFacebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Sürdürülebilir Saflık

Askerde bır kural vardı. Size öğretilmeyenden sorumlu değilsin. Yani sana selam vermek öğretilmediyse selam vermeyeceksin.

Bu kural hayat düsturumuz olmuş. Fakat her zamanki gibi işimize geldiği şekilde birazcık eğip bükmüşüz. Şimdi bu kural hayatımızda şu hale gelmiş. “Öğrenmezsem sorumlu da olmam” 

Beyin düşünmek için sanki benzin yakıyor. Tasarruf olsun diye hiç bir sorunun cevabını bulmayla uğraşmıyoruz. Tesadüfen karşılaştığımız birisi “bak çözüm budur” derse hop alıyoruz içeri. Hatta ondan sonra çelişkili bir başka cevap gelirse, yeni gelenle kıyasıya savaşıyoruz bir de. Sanki düşünüp de cevabı bulmuş gibi, başkasının fikrini sahipleniyoruz. Öyle ya kim düşünüp de hangi fikir doğru karar verecek ki şimdi ? Eski iyidir…

Bizi düşünmekten kurtaracak herşey iyidir. Mesela size bir fikri satacak olan adam “Bunu tarihte ünlü düşünür Mursini dedi” derse var ya, yeme de yanında yat. Tarihte öyle biri mi varmış, düşünür müymüş, ne düşünürmüş ? Amaaaan bize ne. Bir de üstelik bu düşünür 1000 yıl önce yaşadıysa var ya…. “Kardeşim 1000 yıldır adamlar yanlış yapıyor bir tek sen mi doğrusunu biliyorsun?” dedik mi karşıdakini kilitledik gitti. Hiç gerek kalmaz düşünmeye.

Bazen onbinlerce yıl dünya düz diyenlere karşı birisi çıkıp hayır yuvarlak der ya hani. Böyle bir işgüzarın aramızda yeri olmadığını, bundan sonra başkalarının da böyle abuk şeyler söylememesi gerektiğini açık bir mesajla anlatmak gerekir. Öldürürsek benzin tasarrufu olur. Beyinlerimiz az yakar. Aslında çabuk davranmak da lazım. Birkaç kişiyi zehirleyip sonradan bütün dünyanın hayret buna nasıl inanmışız şimdiye kadar diyeceği bir fikrin olgunlaşmasına sebep olabilir bu yaratıklar.

Kafamızdaki önceden yerleşmiş fikirleri sonradan destekleyen herkes çok değerlidir. Onlara ne versek azdır. Yeter ki başka bir fikir üretmesinler. Eskisini yaldızlaya yaldızlaya anlatsınlar isteriz. Hatta eskisinin motiflerine ters düşmeyen ilaveler de olabilir. Ne ücret ödense azdır bunlara. Yaptıkları ile söyledikleri ters olabilir onda bir sorun yok.

En çok da bu adamların ne mal olduklarını söyleyenlere kızmaz mıyız ? Kim ki bu eleştirenler? Daha dünyanın düz olduğundan haberleri yok. Bir de utanmadan gözlerimizi açıyorlar. Kardeşim açmasana gözümüzü ışık giriyor rahatsız oluyoruz.

Bizim bütün bilgimizin kaynağı olan bir kitabımız var. Öyle güzel bir kitap ki dantelden kılıf ördük, duvara astık, bırak okumayı açmaya kıyamıyoruz. Öyle harika bir kitap ki yapmamız gereken herseyi yazıyor. Ne demek orada yazmıyorsa yapmamız gerekmiyor ? Tabi ki yumurtanın nasıl kırılacağı da bizim bilgimiz dahilinde ve nasıl usulünce kırılması gerektiğini anlatan alimlerimiz olmuş. Hatta tavanın kenarına vurup kıranlar ile iki yumurtayı tokuşturanlar diye iki ekol çıkıp birbirleriyle yıllarca savaşmışlar. İnsanlar ölmüş bu yüzden. Onun için biz tavaya vurup kıranlar bu işin kurallarını 25 ciltlik dev bir eserde biraraya getirmişiz.

“Önemli olan yumurtanın kırılmış olması” ne demek  ? Nasıl kırılacağı lezzetini etkiler bir kere. stock-photo-idiot-word-cloud-283356002Tavanın kenarına vurarak kıranlar bu lezzete en yakın olanlardır. Ünlü alimlerimiz tavanın kenarının verdiği lezzet hakkında boşuna mı tartıştılar. yani bunca alim bilemedi ama sen biliyorsun doğruları öyle mi ?

 

Nedir bu düşünenlerden çektiğimiz. “İnsan düşünen bir hayvandır” diyorlar bir de. Biz düşünmüyoruz kardeşim var mı ötesi ?Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Denge

Balancing stonesZamanın ve dünyanın öyle bir dengesi var ki ve bu dengeyi size öyle bir şekilde gösteriyor ki, buna şahit olup da tesadüf demek için salak olmak lazım.

Yapacağınız bir işin neticesinin kötü olacağını öngöremediğinizde o işin olmasını egelleyen, veya tam zor bir duruma düştüğünüzde sizi o durumdan çekip çıkaran acayip bir olay zinciri oluşuyor. Üzerinde düşünmeyip son halkayı gördüğünüzde tesadüf demeniz çok normal.

Ben zincirin diğer halkalarını incelediğimde çok hassas bir mekanizma görüyorum ki büyülenmemek elde değil.

Bunu biraz önce yaşadım ve çok ilginç bir örnek.

Bir sürü sebepten dolayı çalışmakta olduğum sonsuz kontratlı işi değiştirmem gerekiyordu. Kasım ayında yeni bir kontrat aramaya başladım ve ancak Şubat ayında 6 aylık kontrat ile şimdiki işime başladım.

Öyle acayip bir zamanlama oldu ki o dönemde geç kaldığım için çok ciddi panik yapmıştım. Çünkü 5 Mayısta vizem dolduğu için 6 aylık kontrata imza atmak kolay değildi. Yine de bir şekilde imzaladım ve Temmuzda bitecek bu işe başladım.

Bu iş yerinin yeni bir müşterisi için mevcut sistemlerini modifiye etmem gerekiyordu. işin ortasında bir yerde müşterideki kontak adamımız hastalandı. 1-2 ay işe gelemedi. Biz bu dönemde bir hayli mesafe katetmiştik.

Sonra geldiğinde yapılan işlerin yapısını değiştirdi. Ve tekrar baştan birsürü noktayı yapmak zorunda kaldık.

Ve ben Mayıs’ta Vize başvurumu yaptım. Normalde Temmuz sonunda bitecek olan kontrattan önce cevap gelmesi gerekirken İngiltere’deki seçimlerden sonra göçmen politikası değiştirildi ve vizeler geciktirilmeye başlandı.

Vizeyi alamayınca yeni kontrat alamayacaktım, yani 31 Temmuzdan itibaren işsizim demekti. Her ne kadar 2 ay idare edecek kadar para ayırmış olsam da vize için maksimum dönüş süresinin 6 ay olması potansiyel sorun olarak önümde beni bekliyordu. Yani devlet Mayıstan itibaren 6 ay içinde yani Kasım başına kadar cevap vermeyebilirdi.

Bu da benim Ekim ayında maddi sorunlarım olacağına işaret ediyordu. hatta sonraki ayda ve hemen iş bulsam bile bir sonraki ayda da..

Sonra birden hastalanan adam yüzünden zamanında yetişmeyen işlerden dolayı projenin açılışı 1 ay ertelendi. Ve birden bana kontratı 1 ay uzatma teklifi geldi.

Olayların zincirini görebiliyor musunuz bilmiyorum ama öyle bir denge var ki inanılmaz. Mesela ben ta ilk başta Kasım ayında 6 aylık iş bulsaydım şu anda 3 aydır işsizdim ve daha da 3 ay işsiz kalabilirdim. Sonra adamın tam zamanında hastalanması da başka bir etken, ki burada zincirin ucunu merak etmiyor değilim. Acaba ne oldu da hastalandı ?

3264396897_71af56840f_bBen hayatı bir ip olarak düşünürüm. Bir yumak ipimiz var ve hayata başladığımız yerde ileriye doğru firlatılıyor veya yuvarlanıyor. Zaman yokuş aşağı engebeli bir tepe ve yumağınız taşlara takılıp bazen zıplayarak bazen başka yumaklarla çarpışarak aşağı yuvarlanıyor. Tabi sizden önce başkalarının yumakları da fırlatılmış, sizden sonra geçtiğiniz yerlerde başka yumaklar da atılıyor.

Sizin yumağınız bir müddet bazı yumaklarla beraber yuvarlanırken, ipler birbirinie değiyor. Sonra bir engele takılıp ayrı noktalara da savrulabiliyor, yandan gelen yumak sizinkine çarpıp size başka bir yola sokabiliyor. ve böyle böyle yumaklar bir yerde tamamen açılıp bitiyor. Ama başka yumaklar yuvarlanmaya devam ediyor.

Ve bu tepedeki bir çakıl taşının yer değiştirmesi veya küçük bir esinti hem sizin yumağınızın hem başkalarınınkini etkiliyor. Bence olan da bu. Siz bugün dua ediyorsunuz o dua geçmişte bir adamın terliyken sırtına doğru esen soğuk bir rüzgar olabiliyor.

Benim hayatımdaki bu kayma mutlaka başka birilerinin hayatında da bir kaymaya sebep oluyor ve bu dalgalanma devam edip gidiyor.

 Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Dönüşüm r.a.

Franz Kafka’nın dönüşümü kadar çarpıcıdır benim dönüşümüm. Tek fark ben yatarken böcektim şimdi insan olarak kalkıyorum.

Metamorphosisİlkokul çağlarında 80 darbesinin yan ürünü olarak başlayan mecburi ders ile tanıştım din ile. Din benim için bitmek tükenmek bilmeyen kurallar, ezberlemekle bitmeyen şartlar, farzlar, sünnetler, dualar, sureler ve hadislerdi genellikle. Öyle de hassas birşeydi ki aklıma takılan neyi sormaya kalksam ‘aman sorma ki dinden çıkmayasın’ diye uyarılıyordum. Bu din öyle birşeydi ki; yakıp yıkan bir tanrının, hiç sorgulamadan kabul etmemiz gereken kuralları vardı ve bunu her nasılsa O’nun sağ kolu olmuş adamlar tarafından bize anlatılıyordu.

Sureleri ezberleyemediğim için karnemde ilk kötü notumu görmüştüm. Ne yalan söyleyeyim biraz soğumuştum ama bunu açıkça söyleyemiyordum günah olur diye.

Sonra kandillerle tanıştım ve televizyon karşısına oturup zerre kadar anlamadığım uzuuun ve müzik olarak da hoşuma gitmeyen birşeyi dinler oldum. Aralarda acaba anladığım kelime yakalayabilir miyim diye bir oyun icat etmiştim bu sıkıcı görevden kurtulmak için.

O dönem pop şarkıcıları İtalyanca, Fransızca şarkı okurlardı da anlamını bilmezlerdi. Sağda solda dalga geçenler olurdu anlamını bilmeden ne okuyorsun diye. “Ama !… ” derdim içimden “Sen de sureleri, anlamını hiç bilmeden ezberleyip, tekrarlayarak, inandığını söylüyorsun…”

Zaman geçtikçe biraz biraz bu kuralları öğrenip uygulamak istedim. Fakat ben uyguladıkça kurallar kendi içinde çoğalıyor ve büyüyordu. Yakalayamıyordum bir türlü doğrusunu. Abdest almayı öğrenirken burnuma çektiğim su başımı ağrıtıyordu ama devam ediyordum ki haydaaaaaa e tam bunu yaparken okunması gereken ve anlamını gene bilmediğim bir dua varmış. Onu öğrenmeden tam olmazmış. Öğrenelim derken bir bakıyorsun iki hareket arasında da aslında bilmemkaç defa da başka birşey tekrarlanmalıymış.

Böyle böyle derken soğudum dinden. Çünkü o kurallara bir türlü yetişemiyordum ve ne yaparsam yapayım doğru ve kurallara uygun yapamayacağımı anladım.

Böyle seneler geçti. Sonra birgün tekrar çekti beni kendine din. Bu sefer Namazı doğru dürüst kılayım dedim. Ve gene başladı bitmez tükenmez kurallar. Gene ne dediğimi tam bilmeden ama elimi nereye koyacağıma, ayağımı nasıl yerleştireceğime azami özen göstererek kılmaya başladım. Fakat ilk sünnetiydi son sünnetiydi derken o kadar vaktimi alıyordu ki 5 vakit namaz kılınca çalışmaya vakit kalmıyordu. Böylece tekrar yavaş yavaş uzaklaştım dinden.

Sonra bir müddet daha geçti ve Kuran’ı tamamen anlamalıyım diye düşünüp bir diyanet tefsiri ile okumaya başladım. En güvenilir meal diyanet olmalıydı çünkü. Fakat çok çelişki gördüm ve yine soramadım. İnsancıl barşçı olması gereken dinde vahşi öğeler görmek tekrar sarstı beni.

Bu dönemde tasavvuf ile ilgilendim. Mevlevilik üzerine okudum araştırdım mesela. En doğru (sahih) hadisleri inceledim. Sonuç ne kadar incelersem o kadar uzaklaştım. Hep çelişkiler hep mantıksızlıklar, hep sorular ile geri dönüyordum, dini anlamak için çıktığım yoldan.

Televizyona çıkan sarıklısı başka, bıyıklısı başka anlatıyordu. Bilim başka din adamları başka konuşuyordu.  Ve sonunda herşeye DUR dedim.

Ben yıllardır analiz yapan bir adam olarak net bir karar vermeli, dini son bir kez doğru analiz edip bir karara varmalıydım. Ya herşey tutarsız çelişkili ve saçmaydı ve terkedilmeliydi bu din, ya da  mantıklı tutarlı bir din vardı ama birşeyler gölgeliyordu ve bu gölge kaldırılmalıydı benim için.

Herşeyi önce komple reddettim. En temele indim ve Kuran’ı tekrar başka başka çevirilerden yorum katmadan okumaya başladım. Artık abdest vs gibi ritüellerle değil, karar aşamasındaki bir adamın ciddiyetiyle tane tane anlayarak okumaya başladım. Sorularımı ve tüm çelişkileri not aldım bu sefer, İnternetin sayesinde her takıldığım ayetin 10 farklı tercümesini aynı anda okuyabiliyordum.

Birden toz bulutu kalkmaya herşey yalın ve sade olarak gözükmeye başladı. O konuşup duran din adamları (!) mezhepler, hadisler, ritüeller, ıvır zıvır kalkınca herşey tutarlı ve mantıklıydı. Her okuyuşumda başka bir karanlık aydınlanıyordu gözümün önünde.

Sonra o toz dumanının neler olduğunu da gördüm. İktidar hırsları, aç gözlü sahabeler, şamanizmden taşınan gelenekler, 1400 yıldır yanlış mı yapılıyor diyen kafalar, bilim yerine karanlığı tercih eden ulemalar, beyinlerini kullanmamak ve kullandırtmamak için özel bir çaba harcayan geri zekalılarmış o toz bulutu.

Hiç kimseyi takip etmiyorum, her söyleneni farklı çevirilerden Kuran’a soruyorum, hata yapmaktan çekinmiyorum, ritüelleri takip etmiyorum, her duamı, kendimi en iyi ifade edebildiğim dilde yapıyorum, hiç bir geleneği izlemiyorum, soru soruyorum, cevaplar arıyorum ve bunların neticesinde kafam su kadar berrrak bir şekilde dini ve dinin tek sahibi olan Allah’ı kabul ediyorum.

Diğer herşeyi kökten reddettim. Mezhep, hadis, hazret, kandil, sünnet, hoca efendi, tefsir ne var ne yok hepsini kaldırıp attım. Meğer yıllardır sorun bunlardaymış. Meğer Allah kitabında sakın bunlara yaklaşmayın diye bize seslenip duruyormuş da görmemişiz.

Artık bilimle dinin kusursuz bir uyum içinde olduğunu görüyorum, uygulamadaki ritüellerin ve bu ritüelde yapılanların neredeyse tamamının yanlış ve hatta dinin emrettiğinin tam tersi olduğunu görüyorum.

Daha iyi anlamak için biraz arapça öğrenmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Böylece bir lügat ile çeviriler arasında kimin ne kadar doğru çevirdiğini kıyaslayabileceğimi sanıyorum.

Yıllardır ilk defa din ile barışık, korkusuz, huzur ve barış içinde hissediyorum.Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail