Çocuk yaşta öğrendim tavla oynamayı. Hem de bu oyunun harleminde. O zamanlar boş günlerimi geçirdiğim oto sanayi sitesinde. Dükkanımızın yanındaki pasajın gölgesinde akşamüstü, plastik pulları kırılmış ama ortadan bantlanmış tavlalarda oynanan ve birbirlerine ezeli rakip simaların peşrevleri ile şenlenen maçlarda öğrendim bu oyunu. Pulların hepsinin kırık olması bir tesadüf değildi. İyi gelen bir zarın ardından rakibin pulunu kırmanın bir ritüeli vardı. İşaret orta ve yüzük parmaklarının ucuna pulu yerleştirir, sonra elini olabildiğince yukarı kaldırır. Rakibin kırılacak puluna doğru hızla indirerek tavlaya ŞAKKKK diye vururdun. Neticede oyun terimi olarak rakibin pulunu kırarken, kelimenin tam anlamıyla da kendi pulunu kırardın. Tabi akabinde çırak dükkana yollanır ve bant getirilirdi hemen. Bu arada da rakip sözlü olarak klişelerle moralman çökertilirdi.
Buralarda tavla öğrendiysen otomatkiman jestlerle ve sözlerle rakip nasıl çökertilir bilirsin. 40 senedir benimle kim oynasa beni çok çok şanslı olarak nitelendirir. Ancak ben oynadığım oyunlarda birşeyin farkına vardım ve 40 senedir hiç bir zaman bilimsel olarak ispatlayamasam da maçlarımda bunu kullandım.
Benimle oynayan herkes bilir ki ben asla zar tutmam ve asla hile yapmam. Ve attığım zar her zaman topaç gibi döner. Kritik oyunlarda 10-15 saniye zarın durmasını beklediğim olmuştur. Zarı atmadan önce avucumda sallar sallar ve parmaklarımın ucunda zarı tutarım. İşte o anda gelmesini istediğim zarı söyler ve garip bir şekilde parmaklarımın ucunda bunu hissederim. Açıklaması oldukça zor bir durum. Eğer bu his oluştuysa gelen zar, her zaman istediğim zar olur. Hatta bunu rakibimin üzerinde de dener onun atmaması gereken zarı o atmadan önce söylerim. Sanırım son zar bükücüyüm ben 🙂
Oyunu ne kadar iyi bildiğimi konuşmayacağım ancak bu konuda iki şeyi çok iyi biliyorum. İstediğim zarı ağzımla söylediğimde ilk olarak o zarın gelmesini istediğimi zara söylüyorum, ikinci olarak da zar gelirse rakibimin ciddi bir moral bozukluğu yaşadığını görüyorum. Morali bozulmuş bir rakip maçı zaten kaybetmiştir. İmkanı yok yenemez.
Bu his bazen başka konularda da oluşuyor. Birşeyin olmasını çok istediğimde olması yönünde etki yaptığını görebiliyorum. Ancak bunu nasıl yaptığımı veya yapıp yapmadığımı kelimelerle anlatmam imkansız.
Bazen o kadar çok isterim ki, başka şeylerin önemi olmaz. Hatta, istediğim şeyin olmaması durumunda ne yaparım diye alternatif plan da yapmam. Kısaca nadir B planımın olmadığı hallerdir bunlar.
Belki de B planı yaptığımız için A planlarımız başarısız oluyor. C Planı yaptığımızdan B planı çöküyor. En doğrusu bir karar vermek ve o karara büyük bir inançla ve kararlılıkla sahip çıkmak sanırım. Hiç alternatif üretmeden ve kendimize ve Yaradana güvenip üstüne gitmek.
Şimdi düşünüyorum da ne zaman alternatifini çok düşünmesem ilk gittiğim yol hep başarılı oldu aslında. Belki de ancak o zaman hayata dair attığım zarlara ne gelmesi gerektiğini söyledim. Parmaklarının ucuna kadar hayatı hissettiğinde, çok istediklerin, vücudunu terkedip olayların akışına siniyor sanki.
B Planı:
Yokluğu; adanmışlığa, inanca, güvene, bazen aptallığa, bazen ince hesaplara, bazen vurdumduymazlığa işarettir. Varlığı stratejiye, sağlamcılığa, şüpheciliğe, sorumluluk bilincine.
Olmalı mı ? Bugüne kadar D planına kadar olmadan olmazı savunurdum ve bir yazı okuyunca fikrim değişti. Aslında birkaç hafta önceki başka bir yazıda da bu fikir değişikliği oluşmaya başlamıştı.





