Dünyadaki ilk düşünebilen canlıların sahneye çıkışında başladı herşey. Birinin bulduğu parlak bir taşı, diğeri de istedi. Kendi taşını aramak, bulmak yerine bulandan almak, akıl edebildiği tek çözümdü. “Nereden buldun? Bana da bulalım?” diyemeyecek kadar aptaldı belki de. Kanlı bir kavga sonrasında taşı ele geçirdi. Ve böylece kavga etmeyi öğrendi o ilk “akıllı !” yaratık.
Sonrasında yemek için, bölge için, hayvan için, taş için, taç için, hatta bazen bir hiç için kavga etti.
Her şey evrildi, kavga etmek evrilmedi. Kendi türünü öldüren bu garip organizma öldürmenin değişik yollarını bulacak kadar gelişti her nedense.
Herkese yetecek kaynakları paylaşmamak için ülkeler kurdu. Kendi taşı için adına savaşacak, ölecek, insanlar buldu. Ölmeyi seven insanlar… Dünyanın öbür ucundaki diğerinin taşını, aşını daha hızlı alabilmek için daha hızlı giden daha çok öldüren silahlarla donandı. Ölmeyi seven insanlarını, ölmeye gönderdi oralara ve oradaki ölmeyi seven insanlar karşıladılar ve zevkle, şevkle öldüler.
Sadece karşısındakinin taşını almak değil bazen kendisinden başkasında taş olmaması için milyonlarca insanı öldürüp, akşam bunun rahatlığı ile uyudu bu organizma. Kendisini medeni sanan bir vahşi olarak kaldı.
Azınlıktaki, paylaşmayı seven ölümden hoşlanmayanlar da durumu kurtarmaya yetmedi.
Keşke kavga yerine, huzur evrilseydi.
Herkes sonunda kendi büyük parlak taşına kavuşuyor. İstese de istemese de.