Çocukken, okul kapanınca, yaz tatilinin ilk günlerinde, babamla işe gitmek her seferinde, çok değişik bir deneyim olarak beni heyecanlandırırdı. Ama sadece ilk gün ilk 4-5 saat için sonra sıkılırdım ve heyecan tamamen biterdi. Eh bir iş yerinin bir çocuğa sunacağı tarzda pek bir eğlencesi yoktur. Bir daktilo, bir Facit hesap makinesi ve bir miktar kırtasiye malzemesi olan bir ofiste, ne kadar gelişmiş bir hayal gücüm olursa olsun, kenarda bana verilmiş bir masa üzerinde, bunlardan bir oyun alanı kurmak pek de kolay olmuyordu.
Önce daktiloya bir kağıt takıp o dönem öğrendiğimiz bir şiiri tek tek harflere basa basa kağıda yazardım. En çok da satır sonlarında o kolu sola itip satır başı yapmak çok havalı gelirdi. Ha bir de satırı sona kadar kullanınca öten o “çing” sesi. Sanki bir satırı komple yazınca “aferin” derdi daktilo.
Sonra biraz Facit hesap makinesi ile toplama çıkarma yapardım. Ancak çarpma ve bölmeye geçmek için babamın müsait olmasını beklerdim. Çünkü her seferinde araya giren kış ve okul dönemleri boyunca bu garip aleti elime almadığımdan bu işlemlerin nasıl yapıldığını unuturdum. Yaşı bu makineyi kullanmaya yetmeyenler ne demek istediğimi kesin anlamadılar biliyorum. Önce bir internette araştırın neden bahsettiğimi anlamak için. Zira Facit hesap makinesi hayran olunabilecek ilginçlikte bir alettir. Mekanik bir hesap makinesinden bahsediyoruz burada. İşlemler bir kolu çevirmeyle, bir başka kolu çekme ile, bir yere bastırmayla yapılıyordu. önce birinci rakamı yazıp yandaki kolu önden arkaya doğru bir kere tam devir ile çevirir sonra ikinci rakamı yazar kolu aynı şekilde bir kere daha çevirirdiniz ki toplasın. Geriye çevirince de çıkartma işlemi yapardı. Çarpma için başka bir kolla daha uğraşmanız gerekiyordu ama araya çok fazla dönem ve çok fazla kış girdiği için hatırlamıyorum ve malesef artık sormak için babam da müsait değil.
Bir de kırtasiyelerin arasında karbon kağıdı ilgimi çekerdi. bir dosya kağıdı alıp üstüne bir karbon kağıdı yerleştirirdiniz ve onun da üzerine başka bir dosya kağıdı koyardınız. Sonra üstteki kağıdın üzerine yazdıklarınız aynen alttaki kağıda da geçerdi. Çok lazımmış gibi bayıla bayıla bir karbon kağıdını eve götürür sonra yazdığım herşeyin altına koya koya herşeyden iki kopya oluştururdum. Günlüklerden ev ödevlerine kadar herşeyin bir kopyasını çıkarırdım. Hayır ne yapacaksam ikinci bir kopya ev ödevini. Sanki bir daha aynı ödev verilirse hazır elimde olsun der gibi. Ya günlük? Aynı günden bir tane daha yaşarsam hazır olsun. Oduncunun günlüğü de meşhur değildi henüz o zamanlar. Hani var ya
1 Ocak – Bugün odun geldi kestim
2 Ocak – Bugün odun geldi kestim
3 Ocak – Bugün odun geldi kestim
…
Ama o zamanlar karbon kağıdının çoğaltma özelliği henüz çok detaylı düşünemeyen bir çocuk için önemliymiş demek. Aynı şeyden çok olunca güzel birşey olduğuna kanaat getirmişim henüz gelişimine yeni başlayan beynimle. Halbuki sonraları her küçük farkın büyük bir güzellik olduğunu anladım. Aynı olanlar sıkıcıydı. Aslının aynısı aslından farklı birşey söylemiyordu. Bu da fark oluşturmuyor yani aslını zenginleştirmiyordu. Aynı yazıyı, içeriği aynı kalmak kaydıyla, farklı zamanlarda yazmış bile olsanız, el yazınız o yazıyı yazrkenki ruh halinizi yansıttığından farklı bir mesaj içeriyor olacaktır. Daha aceleci mi, özenerek mi yazdığınız içeriğe verdiğiniz önemi, bir yere yetişmeni gerekip gerekmediğini gösterir.
Canlıların da, dolayısıyla insanların da, karbondan oluşmuş olması, atomlarımızda, içimizde, yapımızda kopyalama özelliğinin olduğunu söylüyor belki de bize. Ancak kopyalamadığımızda bir adım ileri gidiyoruz farkettiyseniz. Ders kitaplarında yazanlar önemli evet ama bire bir ezberleyip kafamıza kopyasını çıkarınca değil. Anlayınca, yorumlayınca, birşeyler ekleyince önemli. İnsanın atalarının deneyimlerini öğrenmesi güzel ama hatalarını da öğrenmesş gerekiyor. Aynen kopyalandığında hatalar da kopyalanıyor.
Düşünsenize aynı tip insanlardan 550 tane arkadaşınız olması ne kadar sıkıcı. “Bu mavidir” dendiğinde hepsi birden “Bu mavidir” diyen insanlar ne katar ki bir resime. Kimisi “mavi” diyecek, kimisi “lacivert”, kimisi “turkuaz ” ve ortaya bir deniz resmi çizilebilecek. Yoksa günün sonunda hepimiz elimizde mavi birer elişi kağıdı ile otutuyor oluruz. Ve aralarında da karbon kağıtları…