Bir zamanlar kalorifer yoktu. Isınmanın emek istediği o yıllarda ya gaz sobanız olurdu, ya da odun kömür sobanız. Gaz sobası iyiydi, hoştu, kolay kullanılıyordu ama petrol bazen bulunmadığında sizi ortada bırakabiliyordu. Ayrıca bir çocuk için zor olan gazın konduğu depoyu havada dökmeden çevirerek sobanın arkasına yerleştirme işinden dolayı da pek sevmezdim gaz sobasını. Hiç eğlenceli değildi.
Oysa kömür sobası ile eğlenceli vakit geçirebilecek ne çok oyunumuz vardı. Üzerine mandalina kabuğu sıkarak cısss sesini dinler ve odanin mis gibi kokmasını sağlardık bir kere. Sonra çok kızgınken üzerine su damlattığınızda damlanın sobaya her değişinde zıplamasını dansa benzetir dakikalarca izlerdik.
Yok etmek istedikleriniz için de bire birdi. Üstündeki delikten içeri attın mı bitti gitti. Çamaşır da kurutulurdu üzerinde, yemek de pişerdi. Çay da demlenirdi, ekmek de kızartılırdı. Hele ki bütün ailenin birarada olduğu ve en az 3 tane günlük gazete, Gırgır ve Fırt ile desteklenmiş pazar sabahlarında, soğuk yatak odasında, ağır yorganın altında uyurken, burnunuza içeriden kızarmış ekmeğin kokusu geldiğindeki o mutluluk anını hiç unutamam. Anneanneli, dedeli, anneli, babalı, kardeşli güzel bir kahvaltı ve ardından sobanın etrafında geçirilecek mükemmel 2-3 saatin habercisiydi, o kızarmış ekmek kokusu.
Ama benim bugün anlatmak istediğim şey soba değil de kömürlük aslında. O zamanlarda her evin bir kömürlüğü olurdu. Zemin veya bodrum katında genellikle karanlık, üç – dört metrekare bir yerdi. Bazı oturduğumuz evlerde benim yatak odamdan büyük olanlara rastlamıştım gerçi. Genellikle bir duvarına birkaç raf çakardı eskiler. Evin içinde istemediklerinizi koyardınız o rafların olduğu tarafa. Kömürlük ne kadar temiz olursa olsun doğası itibarıyla tozlu bir yerdi ne de olsa. Yani koyduğunuz şeyi naylonlara sarar sarmalar tozlanmasın diye öyle koyardınız.
Bir müddet sonra o sarmalanmış şeyin içinde ne olduğunu unuturdunuz zaten. Unutmayacak olsanız neden gözünüzün önünden kaldırasınız ki. Sonra taa evi taşıyana kadar orada kalırdı o poşet dolmaları. Taşınırken de haddinden fazla tozlu bu yumağı peşinizden götürmez usulca çöpe atardınız.
Kömürlük çöpe atmaya kıyamadığınız ama artık size gerekmeyen ve görmek istemediğiniz her şeyin geçici istirahatgahıydı. Hatta bu işi abartınca kömür koymaya pek yer kalmazdı kömürlükte. Eğer ev kendinizinse kömürü koyacak yer bulunamadığından ikinci bir kömürlüğe ihtiyacınız olurdu beş – on yıl sonra. Taşınmadıkça atılamayan anılar dolardı önce raflara, sonra yerlere ve yerden tavana uzanan öbeklere.
Hiç unutmam bir yaz boyunca dedemlerde kalıp bir kese dolusu misket biriktirmiştim. O sene Almanyadan gelen karşı komşunun oğlunun da sayesinde hiç kimsede olmayan renklerde bir hazineye sahiptim. Sonbahar gelip de okullar açılacağı zaman dedemlere veda etmiş ve misketleri onlara bırakmıştım bir sonraki yaz için. Bütün bir kış, ara ara aklıma gelmişti hazinem ama güvenilir ellerde olduğundan emindim. Yazı beklerken renklerini hatırlamaya çalışırdım. Ne parlak, ne ilginç kombinasyonlardaydı hazinem. Yaz gelip de, gittiğimde sarılmanın ardından hemen sordum dedeme. “Merak etme” dedi “kömürlükte”. Ve bir daha hiç göremedim. çünkü neredeyse tüm kömürlüğü boşalttık ama bulamadık. Bermuda şeytan kömürlüğü yemişti hazinemi.
Garip bir toplamacı huyumuz var. En ilkel zamanlarımızdaki genlerden geliyor. Ayrılamıyoruz bazı şeylerden. Ne yapacağımızı da bilemiyoruz ama ayrılmak acı veriyor. Kaloriferli evlere geçince dolapların üstü, gömme dolabın dibi, hatta çoğunlukla küçük tuvaletin iptali ve içine raflar çakılması ile oluşan kendi yeni kömürlüklerimizi yaptık.
Bir hayatı ardımda bırakıp hiç bir kömürlüğü yanımda taşıyamadan başka bir ülkeye yerleşince anladım. Hiç bir şeyi biriktirmemek gerekiyormuş. Eğer gözünden uzağa koyuyorsan, en iyisi lazım olabilecek birine vermekmiş. çünkü bir şey kömürlüğe girerse bir daha çıkmıyor.
Tabi kömür değilse.






“Yok etmek istedikleriniz için de bire birdi. Üstündeki delikten içeri attın mı bitti gitti.” benim en çok sevdiğim yanı buydu sanırım 🙂 o delikten bir şeyleri atmak çok eğlenceli idi… Daha bugün evde gereksiz kağıt kalabalığını azaltıp bir poşete tıktıktan sonra yazını okuyunca çok hoşuma gitti 😉 mutlu günler…