Yıllar önce bir müzik grubu vardı. Çok severek dinlerdim. “Status Quo”. O kadar dinlemeye o kadar sevmeye acaba ne anlama geliyor dememişim demek ki, yıllar sonra tesadüfen aslında anlamının gözümün önünde olduğunu farkettim. Statüko. Yani öteden beri süregelen, mevcut durum.
Değişim çoğu zaman insan beynini rahatsız ediyor. Sırf bu yüzden çoğunlukla içinde bulunduğumuz durum çok parlak olmasa da, değişikliği bilinç altımızda istemiyoruz. Sabır ile statüko kardeşler bence.
Her olay, her durum, her insan, her ortam bir taş gibi kafamızda. Bunlarla zihnimizde binalar yapıyoruz. Dolayısıyla binalarımızın yıkılmaması için de altından geleni yapıyor bilincimiz. Aralarını duygularla doldurup yapıştırıyor taşları birbirine. Genelde çok güçlü bir kaldıraç ile yerinden oynuyor beyindeki taşlar. Ancak eğer alttaki taşa denk geldiysen, iş makinesi soksan az geliyor o zihine. İşte bu hale gelince statükocu olmuş oluyorsun.
O kaldıracın veya iş makinesinin ne olduğuna gelince; hayal, umut, plan ya da tam tersi, bıkkınlık, öfke, köşeye sıkışma hali diyebiliriz.
Mesleğimde nihayet ulaştığım, hedefimdeki konum olan yöneticilikte, maaşım ve patronlarla da aram iyi iken, neredeyse dört dörtlük bir zamanda istifa ettim mesela. Biraz geleceğe dair planlar, biraz umut, biraz mesai arkadaşımı kaybetmiş olmanın üzüntüsü üst üste binip bir iş makinesi olmuştu o dönem.
Başka bir ülkeye göçerken de yılgınlık, bıkkınlık, umut, hayal, köşeye sıkışma ne ararsan vardı iş makinesinde.
Herkes kadar statükocuyumdur aslında. Kolay olmuyor kafamdaki duvarların yıkılması. Yıkılırken de kristal dükkanındaki fil gibi olamıyorum. Hep yapılacak yeni duvarlar için malzemem, taşlarım, planlarım oluyor. Yani statükoyu yıkarken bile statükocuyum malesef.
Kafamdaki duvarda meydana gelen sarsıntıları önceden sezip, batan gemiyi terkedecek farelikte bir çeviklikle hareket ediyorum. Evet herkesten önce görüyorum su alan gemileri. İşte onun için yıkarken, önlemler alıyorum, ben de dahil hiç kimse duvarın altında kalmasın istiyorum. Başkalarının duvarlarının altında kalmış biri olarak pek de hoş bir duygu olmadığını biliyordum zira.
Fakat her zaman fare olamıyor insan. Kertenkele olup kuyruğu orada bırakıp yenisi çıkana kadar kuyruksuz gezmek daha doğru geliyor. Evet bazen duvar sallanır, yıkılacaktır, yıkılması da gerekiyordur. Ve hatta altında kalınacağı da aşikardır. Bildiğin zarar görecek insanlar var, görürsün ama duvarı önünde duramazsın. Zamanında çekilmezsek de üzerimize devrilir taşlar. Yani gitme diyeydim açaydım kollarımı falan fayda etmez.
Neticede gitmek isteyenin önünde dağ olsan durulmaz di mi ama.
En iyisi bu gecelik kollarımı açıp, biraz nostalji yaparak Status Que dinlemek.
Yarın yıkarız gerekirse….
Belki….
OK Google….
Ölüm en büyük statüko değişikliğidir.