Hayatta herşey, sürekli tekrarlanabildiği müddetçe formülize edilebiliyor. Ben işim gereği (bilgisayar programlarında tekrar edilen yapılar üzerine çalıştığım için) her konuyu tekrar edilebiliyor mu diye incelerim.
Şimdilerde en çok ilgimi çeken konu ise bizzat benim. Kendimi formülize etmeye çalışıyorum. Bu aslında belki 10 sene önce başladı. Yazılım şirketi açmıştım.Para kazanmak için web siteleri yaparken, grafiker bulmakta zorlandığım bir dönemdi. Matemeatik / mühendis kafa yapısında biri olarak sanatsal yönlerde yaratıcılığımın hiç olmadığını biliyordum. Fakat hayatın zorlamasıyla web sitelerinin grafik dizaynını da yapmam gerekiyordu.
Renkler, şekiller ve dizayn konusunda kitaplar buldum. Renklerin ve şekillerin insanlar üzerinde hissettirdiklerini öğrenmeye başlayınca sanatsal olarak yaratıcı olamasam da müşterilerin bayıldığı işleri yapmanın formülünü geliştirmiştim.
Bu formülde herkesin atladığı en büyük parametre müşterinin bizzat kendi zevkiydi. İnsanlar birşeye bayılabilirler ama işi yaptıran adam ona bayılmıyorsa kaybediyorsunuz.
Sanatın formülize edilmesi fikrinde, Serdar Ortaç’ın katkılarını yadsıyamam. Geliştirdiği formül ile yıllardır müzik kopyalıyor adam. Sonra zamanla madem sanat formüle edilebiliyor neden başka şeyler de olmasın diye düşünmeye başladım.
İnsanları etkilemenin formülünü geliştirmek geldi aklıma. Bu bazılarında doğal bir yetenek ama bence formülü de geliştirilebilir.
Ve son olarak bugün biri beni etkilediğinde neden etkilendiğimi analiz etme noktasındayım. Bir insanı ilk gördüğümüzde o çok kısa anda beyin binlerce bilgisayarın biraraya gelip saatlerce yapabileceği analizi yapmaya başlıyor. Yaş ilerledikçe analizdeki hassasiyetin boyutu da değişiyor.
Görüntü beyne ulaşır ulaşmaz hemen parçalara bölünüp daha önce tanıdığımız insanlarla ilgili parçalarla karşılaştırmalara başlanıyor. Gözü şuna, çenesi buna, kulağı filana, elleri falana benziyor gibi ışık hızında bir eşleşme sağlanıyor. Bunu illa bilinçli yaptığımızı söylemiyorum. Sonra eşleşen insanların karakter özellikleri toplanıyor. Çenesi benzeyen utangaçtı, samimiydi, iyi yemek yapardı, gözü benzeyen, arkamdan konuşmuştu, güvenilmezdi gibi.. Sonra bunlar toplanıyor ve ilk anda yapılan bu analizdeki olumlu olumsuz oranına göre daha elimizi uzatmadan bir önyargı oluşmuş oluyor.
Tabi bir yandan da genlerle taşınmış içgüdüsel analizler çalışıyor. Kadınsa kalçalarının büyüklüğü, göğüsleri vs gibi doğurganlık ve anaçlık özellikleri ile ilgili ipuçları değerlendiriliyor. Erkek ise omuz genişliği, yapısı, maddi durumu gibi baba olması durumunda çocuğa aktarabileceği sağlıklı genler ve sağlayabileceği rahat yaşam tartılıyor.
Yine iç güdüsel olarak feromonlar, yani kokuların içine kodlanmış mesajlar değerlendiriliyor. Karşınızdaki insanın sağlıklı olup olmadığı, genetik olarak size doğru bir partner olup olamayacağı inceleniyor.
Sonra mimikleri, hareketleri ağzının kenarını büzüşü, gülerken çıkan gamzesi gibi başka detaylar aynı analize giriyor. Sonra duyabiliyorsanız sesi, ses tonu, konuşması, şivesi, aksanı, kullandığı kelimeler derken ilk 1 dakika içinde o kişi hakkında yapacağınız toplam analizin belki %70’i tamamlanmış oluyor.
Eğer hayatınızda çok fazla insan tanıdıysanız ve elinizde yeterli veri varsa işin çok ilginç yanı olarak bu yargılarınızın büyük çoğunluğu tutuyor.
Tüm bunlar hayat boyu binlerce defa kullandığımız ama hiç farkında olmadığımız uzun bir formülün parçaları. İç güdüler ve bilinçaltını zaten çözmek pek kolay değil ama sadece hangi özelliğinden dolayı bir insanı hangi önyargıya yerleştirdiğimi çözmeye çalışmak bile çok eğlenceli birşey.
Şimdi bunu okudunuz ya, ilk karşılaştığınız yabancı hakkındaki önyargılarınız ne olursa olsun neden böyle olduğunu artık mecburen düşüneceksiniz. Geçmiş olsun.