İyi insan omaya dair her kaynak başkalarına iyilik yapmayı öğütler. Din de olsa, felsefe de olsa, hatta insan beyninin evrimsel süreci de olsa bu hep böyledir.
Yapılan iyilik ile ilgili insandaki en önemli hastalığı nasıl göz ardı ettiklerini anlayamıyorum. İyiliği yapan tarafında manevi bir haz oluştuğu doğrudur. Hatta beyin bunu ödüllendirmek için hormonlar da salgılar. Ancak iyiliğe maruz kalan için durum biraz farklı.
ilk iyilikte belki bira minnet, biraz saygı biraz sevgi oluşuyor tamam ama iyiliği yapmaya devam edince, işin rengi değişiyor. Her nedense iyilik yapılan bu iyiliğin aslında bir görev olduğu kanısına varıyor bir şekilde.
Tekrarlanmadığı zaman sinirlenebiliyor ve karşı tarafı azarlayabiliyor kimi zaman. Bu vazifenin nasıl olup da atlanabildiğine inanamıyor insanlar. Bildiğin fırça yiyorsun aksattığın iyilik için.
Sonra insanlar hiç bir iyiliğin cezasız kalmayacağına dair atasözleri üretiyorlar. Haksızlar mı derseniz? Valla haklılar.
Aynı duygu tersten de çalışıyor. Yani vazifesi olduğu halde yapmadığında hoş görülen bir adam bir müddet sonra o vazifenin yapılmasını kendisine yük olarak görebiliyor. Arada sırada yaptığında, dünyanın en büyük işini başarmış olmanın alkışını toplamak istiyor.
Neticede ne iyilik yapacaksın, ne de görevini yapmayana hoşgörü göstereceksin. Yoksa her halükarda fırçayı yiyen sen olursun.