Fatih

Henüz sabrı öğrenmediğimiz, kolay parladığımız, yaşamayı el yordamıyla öğrendiğimiz fakat herşeyi çok iyi bildiğimize emin olduğumuz yaşlarda tanıdım onu. Üniversitesinde okuduğum mesleği yapmaya ve bu meslekte yükselmeye azimliydim. Müdürümün olaydan habersiz olması ve buna ilaveten yöneticilik vasıflarının da olmamasından dolayı toplantılarda çok sık parlama, patlama noktasına gelirdim. İşte tam bu zamanlarda O bir espiri yapardı, bir anda bütün sinirimi alıp götürürdü. Ondan öğrendiğim ilk şey “böyle ciddi anları tiye alabilmenin, yaşamayı mümkün kıldığı” olmalıydı herhalde.

Benden yaşça büyüktü ama kaç yaş büyüktü bilmiyorum. Hiç dikkat etmedim çünkü büyük olan nüfus cüzdanıydı. Kendisi tam da benimle yaşıttı.

Dertleri koskoca bir yumak olarak versen içindeki kıl kadar yerden bakıp gülünecek, tekrar yaşayabilecek kadar bile olsa pozitif enerjiyi o anda hücrelerine dolduracak bir sebep, bir olay bulurdu.

Hayatla ve uzun maltepesi ile çok barışıktı. Sigarayı kül tablasında bırakır bir işi halletmeye giderdi dönünce sigarasını bıraktığı yerde sönmüş olarak bulur, tekrar yakar iki fırt çeker başka bir işe bakmak üzere gene bırakırdı. Bizim sigaralarımızı bırakınca dibine kadar yanar biter kül olurdu ama adamın sigarası bile onun temposuna ayak uyduruyordu. (Bıraktık bıraktık.. içmiyoruz artık. Panik yok. Eskidendi bunlar, çok eskiden)

Şikayet ettiğini pek duymadım veya duyduğumun şikayet olduğunu hiç anlayamadım. Kariyer ve şehir değiştirip ondan ayrıldıktan bir müddet sonra o da öyle yaptı. Kısa bir aradan sonra farklı mesleklerde de olsak yine aynı şehirdeydik.

Hiç unutmam bir gün ansızın kapısını çalmıştım. Uyuyordu herhalde ki mahmur gözlerle açtı. “Haydi” dedim “Kalk giyin, gidiyoruz”. Kalktı giyindi, aşağı indik, arabaya bindik, yola koyulduk, 1 saat sonra falandı dayanamadım. “Lan sormayacak mısın nereye diye?” dedim. “Yoo” dedi. “Sen diyorsan, tamamdır.” “İşte” demiştim. “Arkadaş böyle olmalı”.

Çok gezdik onunla. Dağda, bayırda, İstiklal Caddesinde, kitap fuarlarında, sahaflarda, köylerde, ormanlarda, Old Trafford’larda, sahaflarda, istanbul barlarında. Gerçi gittiğimiz barda demli çay, ayran falan isterdi ama olsun.

Adını her duyduğumda, okuduğumda, hatırladığımda, yüzlerce hatıra canlanıveriyor ve mutlaka gülümsüyorum. Hangi birini anlatayım ki. Belki binlerce var.

Balkondan manzarayı gösterirken, heyecandan elinden fırlayıp 4 kat aşağı düşen akvaryum balığından mı başlasam. (Aslında akvaryumdaki diğer balıklara saldırdığı için sinirle balkondan fırlatmış ama öyle anlatmıyordu işte bize) Yoksa İtalyancadan başka dil konuşmayan 80lik teyzeye Meryem Anaya hangi minibüsle gidileceğini Türkçe tarif etmesinden mi başlasam. (Teyze akşam elinde Meryem ana kartpostalları ile gelip “Grazia … Grazia …” diye teşekkür etti valla)

Herkese lazım böyle en az bir dost.

Bugün facebook uyardı beni.. Doğum günüymüş. Dile kolay neredeyse 30 senelik bir dostluk olmuş. Umarım uzun uzun sağlıkla mutlulukla yaşar bu hayata renk katmaya devam edersin dostum. Doğum günün kutlu olsun Fatih.

 

 

NOT : Söz arada anlatacağım birkaç hikayemizi.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.