Hiç birşeyi sevmek zorunda değildim ama bazen mecbur kaldığım oldu. Madem ki bir müddet bu şekilde yaşayacağım deyip, sevmediklerimin içinde tadını çıkaracağım küçük şeyler aradım. Tıpkı karışık çerezdeki bademlerle mutlu olmak gibi. Leblebi ile çekirdek daha bir yenilesi oluyor o zaman. (Hep badem yiyince de için bayılıyor aslında)
Hayat her zaman istediğim yere götürmedi beni ama gittiğim yerlerde güzellikleri bulmaya çalıştım her zaman. Ne yapaydım? Oturup söylenmenin kime ne faydası var? Değiştiremeyeceğin şartların arasında söylenmek yerine, şartların el verdiği en pozitif konumda olmak daha iyi değil mi ?
Kuşadasında kışın yaşadım bir müddet. O ıssızlığın ortasında soğuktan, ve sevdiklerimden uzak olmadan yana yakınmadım mesela. Civardaki köyleri gezecek, kitap okuyacak vaktim vardı.
Askerde özgürlüğümün kısıtlanmasından, her dakika denetlenmekten, gece nöbete kalkmaktan yana söylenmek yerinde nöbette gelecek planları kurmak veya akşam olup da çayları elimize alıp barakaların arkasında kuytu bir yere giderek Mahmut’la, Ali’yle, Mustafa’yla sohbete dalmak, oradan uzaklaşıp bambaşka dünyalara gitmek ile geçirdim zamanımı.
Servisi kaçırmaktan şikayetçi olmadım, vapurla karşıya geçmek ve işe geç kalmanın meşru mazeretiydi o kaçırmalar.
İngiltereide sürekli yağmur yağıyor diye söylenmedim. Islanarak yürüsek ne çıkar ki buralar da bu yeşilliği bu yağmura borçlu dedim.
En kötü zamanların en güzel anlarını yaşadım bu sayede.
Söylenince düzelmiyor hiç birşey. Hayata lanet edip, mutsuz mutsuz oturunca gülümsemiyor hayat sana.
Bu yüzden sevmem söylenen insanı. Kimse yalnız değil dert konusunda, ve kimsenin hayatı mükemmel değil aslında. Bilemezsin ki ben nelerle uğraşıyorum ellerimi yağmura uzatmış gülümserken.
Sen de leblebilerini yerken gülümse, nasıl olsa badem de çıkacak avucundan elbet. Çıkmasa ne olur? Gülerek yenen leblebi bademden daha lezzetli değil mi ?





