O keskin is kokusunun üstüne sindiği, karla kaplı sokaklar geliyor bazen aklıma. Bazen okula giderken, kerpiç evlerin arasından, damlardaki buz sarkıtların üstüme denk gelmemesi için tetikte ama hızlı hızlı yürürdüm.
O is kokusu gitmez burnumdan mesela. Benim için garip bir şekilde huzur doludur o insanın genzini yakan koku. Sobalı zamanların kokusudur çünkü.
Evin salonunda yanan sobanın, mecburen bütün aile fertlerini bir araya topladığı zamanlar (ki buna kışları bize gelen dedemler de dahil). Diğer odalar buz gibi olduğu için mecbur olmadıkça çıkılmazdı salondan. Daha da güzeli o koku bana henüz herkesin hayatta ve birlikte olduğu, dönemleri hatırlatır.
Her geceki olağan iki saatlik elektrik kesintisi zamanlarıydı. Bir mum veya gaz lambası yakar, sobalı odada mandalina soyup sohbet ederdik. Arada cam kenarındaki “kütüphaneli divan”da uzanmışsam ve hava da açıksa yıldızlar gözümü alırdı. Ne kadar da çok ve parlaktılar. Kulağımda dedemin masalları (ki zaten 3-5 taneydiler ama döne döne aynı masalları anlattırırdım.)
Her dairenin bir kömürlüğü vardı. İçinde de gerçekten kömür olurdu. Okul olmayan günlerde gündüzden dedemle sobanın kömür konan haznesini hazırlar sonra beraber yürüyüşe çıkardık. Fakat yürüyüş derken uzuuuuuuuun ve şehrin dışına kadar uzanan bir yürüyüşten bahsediyorum. Şimdi yürüsem yine o kadar uzun gelir mi ondan da emin değilim.
Zamanla bir bir bu güzel insanlar terkettiler sahneyi, sonra kerpiç evler, sarkıt buzlar, yıldızlar ve en son da is kokusu.
Şimdi kış benim için sadece kaloriferli odalarda tek tek yaşanan ve kokusuz, masalsız bir zaman. Kazara bir is kokusu duyarsam hala yolun ortasında durupö bu yüzden içime çekiyorum belki de.





