Yeni doğan bir bebek, hayata olan bağını, annesine ilk dokunduğunda kurmaya başlar ve her dokunduğuyla şekillendirir, güçlendirir bağlarını. O rengarenk oyuncakların arasında gördüğünüz kadife, tırtıklı, pürüzsüz, yuvarlak, köşeli dokular hep dokunma ve öğrenmeyi güçlendirebilmek için özellikle tasarlanmıştır mesela. Dokundukça öğrenir, mutlu olur insan.
Hatta bir gün sevdiğine dokunur ve bütün kimyası değişir. Ama benim bahsedeceğim şey biraz daha farklı.
Hayatımın her döneminde, bir şekilde yollarımın kesiştiği, bazı insanlar oldu. Bazen hayat çalıştığım yerlerde denk getirdi bizleri bazen kapı komşusu yaptı, bazen hiç yüzünü bile görmediğim email arkadaşları. Kimi zaman mesleki bir bilgide daha iyiydim, kimi zaman bir iş veya hayat tecrübesinde, kimi zaman okuduğum okuldan, kitaptan edindiğim bilgilerde. Sadece belki de benim yakaladığım fırsatı, hayat onlara sunarken bir şekilde ıskaladıklarından dolayı, aynı noktaya erişememiştik basitçe.
Her kim benden birşey öğrenmek istediyse, kim birşey sorduysa, bilgimin elverdiği kadarını vermeye çalıştım. Hatta bazen sormalarını da beklemedim, gerekli olduğunu düşündüğümde bazen biraz da zorlayarak anlattım. Bazen bildiklerimi yazdım ve ücretsiz yayınladım. Karşılık beklemedim bunun için. Peki hadi dürüst olayım. Karşılık bekledim. Ama karşımdakilerden değil.
Ben insanların hayatlarına olumlu bir katkıda bulunduğumda, hayatlarına dokunduğumda kendimi iyi hissettim. Bildiklerimi paylaşmak adeta bir zorunluluktu benim için ve her zorunluluğu yerine getirişimde kendimi iyi hissettim.
Dokunarak öğrendim. Dokundukça mutlu olduklarını gördüm insanların. Dokundukça yere daha güçlü bastıklarını gördüm ve her dokunduğum hayatla mutlu oldum.
Tıpkı bir bebek gibi.
Hala bir bebek gibi.
Dokunun!… Paylaşın bilginizi de, sahip olduklarınızı da. Nasıl olsa hiç biri sonsuza kadar sizin değil, ama karşılığında gördüğünüz gülen bir yüz hep sizin…